6 Ocak 2018 Cumartesi

BİR KUTU MENDİL HARCATAN 5 DRAM FİLM

Gözyaşının dram filmlerinin bir parçası olduğu gerçeği herkes tarafından bilinir. Ama, bir de öyle filmler vardır ki sizi ağlatmakla kalmaz bir de resmen tekme tokat döver. Feleğinizi  şaşırırsınız, ben ne izledim az önce dersiniz.


Dram filmlerine aşık olan bir adet ben ve uzun süre aklımdan çıkmayan, beni sabaha kadar ağlatan filmleri paylaşarak ben üzüldüm bari sizi de üzeyim istedim. İyi iç çekmeler, iyi seyirler dilerim!

Not; Filmlerin sıralaması benim ağlama düzeyimi gösterip, beşten bire doğru artış görülmektedir.


5) Gia \ (1998)  IMDb puanı; 7.0 

Biraz konusundan bahsedeyim; Amerika’nın ilk top modeli olan Gia Marie Carangi’nin 17 yaşından başlayarak ölümüne kadar ki süreyi anlatıyor. Gia’nın yaşadığı zorlukları, üstesinden gelme çabalarını, hayal kırıklıklarını izliyoruz. Başrolde bizleri büyüleyen Angelina Jolie yer alıyor. Jolie’nin hayran bırakan cesur performansı ile Gia Carangi'nin trajik hikayesi bir araya geliyor.



Peki, Gia nasıl bir film? Evet, biyografi türü altındaki filmler için genel kanı sıkıcı olmalarıdır. Ancak, Gia bu tabirden sıyrılıp bana kalırsa akıcılığı yakalayan filmlerden birisi. Karakterimiz Gia fazla duygusal, çoğu zaman kaldıramadığı şeyler üst üste biniyor ve bunlarla baş etmekte zorlanıyor. Seyirciyi de duygu seline kaptıran sahneler çok fazla var. Gia aslında sevgiye muhtaç bir kadın, aynı zamanda ilgiye ihtiyaç duyan bir çocuk gibi de. Sevilmek için filmde yaptığı çoğu davranışa şahit oluyoruz. Seyirci aslında filmde bu olayları yaşayan karaktere acımaktan ziyade bunları yaşamak zorunda olduğu için ona üzülür buluyor kendini. İnsanın hislerini robota koyup karıştıran bir film Gia, iyi seyirler dilerim!

4) The Notebook (Not Defteri) \ (2004) IMDb puanı; 7.9


Konusu aslında kısaca "bir aşk hikayesi". Dram diyorsak, az çok bu kategoriye aşk filmlerinden de serpiştirmek gerek diye düşünüyorum. Romantizm severlerin sanırım izleyebileceği en dokunaklı ve etkileyici filmlerinden birisi olan The Notebook, hüzünlü ama insanın içinde hayranlık bırakan bir özelliğe sahip.



Ryan Gosling ve Rachel Mcadams'ın başrollerini paylaştığı bu filmi kaçırmayın derim, iyi seyirler!

3) Million Dollar Baby (Milyonluk Bebek) 
(2004) IMDb puanı; 8.1



Biraz konusundan bahsedeyim; Frankie Dunn ringlerde yaşadığı yıllar boyunca müthiş dövüşçüler yetiştirmiştir. Öğrencisi olan boksörlere öğrettiği en önemli ders ise kendi hayatı için de temel kabul ettiği, herşeyin üzerinde kendini korumaktır. Onu kızından soğutan ve uzak tutan acı deneyimi yüzünden uzun zamandır hiç kimse ile yakın olmamaya çalışmaktadır. Tek arkadaşı Scrap, onun spor salonuna göz kulak olmakta ve kaba dış görünümünün altında 23 yıldır yakasını bırakmayan bir affedilme beklentisi olduğunu bilmektedir ve bir gün Maggie Fitzgerald spor salonuna gelir.

Aslında bu filmi izlemeye karar verdiğimde klişerle karşılaşacağıma neredeyse emindim. Çünkü çoğu boks konulu filmler hep ana karakterin dövüşmeyi öğrenmesi, dayak yemesi, ailesini kaybetmesi ama en son sahnede müthiş bir dövüş yeteneği kazanmasıyla eskisinden daha iyi hale gelerek şampiyon olmasıyla başlayıp biter. Burada film baş karakterin kadın olmasıyla diğer türünün örneklerinden ayrılmış oldu. Ama bu yeterli mi peki?




Clint Eastwood'un en az bir filmini herkes mutlaka izlemiştir. Hem yönetmeni olduğu hem de başrolünde yer aldığı bu film farkını bence boks filmlerinin gerçek yüzünü göstererek yaratıyor. Spoi olmaması açısından çok ayrıntıya giremiyorum, ama kesinlikle rahatsız edecek düzeyde dürüst bir film olduğunu söyleyebilirim. Özellikle Hilary Swank karakteri adeta yaşıyor o derece, çok etkilendim. Bu film boks filmlerinin çok ötesinde, dokunaklı ve umut dolu, insanın içini sızlatan sahneleri mevcut. Türünü sevin, sevmeyin, farketmez. Eminim bu filmde gözleriniz dolacak. Bu filmi izledikten sonra hiçte bile gözlerim dolmadı diyecek birinin çıkacağını sanmıyorum, iyi seyirler!

2) Atonement (Kefaret) (2007) IMDb puanı; 7.8



Biraz konusundan bahsedeyim; 1935 yazının en sıcak gününde, on üç yaşındaki Briony Tallis, ablası Cecilia'nın soyunup yazlık evlerinin bahçesindeki küçük havuza girdiğini görür. Tıpkı Cecilia gibi Cambridge'den yeni dönmüş olan çocukluk arkadaşı Robbie Turner de kızı gözlemektedir. O gün sona ermeden bu üç gencin hayatı bir daha düzelmemek üzere değişmiş olacaktır. Robbie ile Cecilia başlangıçta hayal bile etmedikleri bir sınırı aşacak ve küçük kızın hayal gücünün kurbanı olacaklardı. Başkalarına ait sırlara tanık olan Briony, bir suç işleyecek ve bu suçun kefaretini ödemek için ölene kadar çabalayacaktır.




Bir aşk hikayesi, ama ne aşk! Savaş demek ayrılık, hüzün, özlem, umut demektir. O umut aslında bazen yaşama sebebi, bazense yaşamdan vazgeçme isteği kadar ki o çaresizlik hissidir. Geçmişte yaşanan bir anlık hatalar insanların geleceğini öyle bir etkiler ki bazen, o hatanın kefareti insanın ruhuna taşıyamacağı kadar ağır gelir. Hikayesi ile biraz klişe gibi olduğu düşündürse de, mekanlardan müziklere çok fazla farklılık yaratılmış. En sevdiklerimden biridir Kefaret, iyi seyirler dilerim! 


1) Dancer in The Dark (Karanlıkta Dans) \ (2000) IMDb puanı; 8.0

Ağlamaktan ciğerimi solduran bu filmin biraz konusundan bahsedeyim; Selma Jezkova 10 yaşındaki oğlu Gene ile birer Çek göçmeni olarak bir karavanda yaşamaktadırlar. Bir fabrikada çalışmakta olan Selma kalıtsal bir hastalık nedeniyle görme yetisini yavaş yavaş kaybetmektedir. En büyük amacı gerekli parayı biriktirip oğlunu ameliyat ettirerek aynı akibete uğramasına engel olmaktır. Bu arada akşamları arkadaşı Kathy ile The Sound of Music müzikalinin amatör bir sahnelemesi için prova yapmaktadırlar. Ne var ki olaylar onun istediği biçimde gelişmez, komşusu ve ev sahibi olan Polis Memuru Bill, Selma'dan parasını çalınca onu öldürmek zorunda kalır ve hapisin yolunu tutar. Bu, sonu idama kadar uzanabilecek trajik bir yoldur...




Björk'ü benimle tanıştıran, dramın müzikal ile dans ettiği harika bir yapım... Sanırım üzerine uzun süre düşündüğüm ve uzun süre ağladığım filmlerden birisidir. Kurgusundan tutun filmdeki karakterlerin doğallığına kadar her şey çok hoşuma gitti. Aynı zamanda herkesin sevemeyeceği, yavaş ilerleyen bir konusu olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim. Ama biraz sabır ve emek verirseniz, hayatınızın filmi olabilecek düzeyde diyebilirim. Ağır dram içerir tabelası asıp gidiyorum, iyi seyirler!





Filmlerin konuları için yararlandığım kaynak; https://www.sinemalar.com/ 

NEDİR BU İNİSİYASYON?


Herkese Merhaba!

Öncelikle, bu bloğun var olma amacından size çok az bahsedeyim. İlk olarak benim ismim Reyhan. İnstagram üzerinden ilk olarak Bookstagram olarak açmıştım hesabımı. Ancak, çok fazla film izlediğim için ayrı bir hesap açmak yerine İnisiyasyon hesabı altında film paylaşımları da yapmaya başladım. Çok az sayıda dizi paylaşımları da yaptım, ancak filmler ve kitaplar sayı olarak sayfamda daha fazla bulunmaktadır.


Daha sonra, bilgi ve deneyimlerinin katkı sağlayacağını düşündüğüm arkadaşım Merve'den bana sayfa ile ilgili destek olmasını istedim. Bu blogta da olacağı gibi, İnstagram üzerindeki hesabı da birlikte yönetiyoruz.


Peki... Nereden geldi bu inisiyasyon merakı? Yaklaşık bir sene önce okumaya başladığım Azra Kohen'in Fi-Çi-Pi serisi sayesinde bu kelime benim hayatımın bir parçası olmaya başladı. Latince kökenli bu kelime Türkçe'ye "başlangıç" olarak çevrilse de, seride bu kelime "varlığın bulunduğu ruhsal aşamadan bir üst aşamaya geçmesini sağlayan süreç; ruhun evrim yolculuğu" olarak anlam kazanıyor.  Bence kitapta, her karakterin bir inisiyasyon evrimi vardı, benim de kendi inisiyasyonum olduğu gibi.




Bu blogta da, aslında kitap-film-dizi üçlemesi çerçevesinde, sizlerin inisiyasyonunuza katkı sağlamak, deneyimlerimizi paylaşmak kültürel açıdan farklılık yaratmak için buradayız. Umarım keyif alırsınız...


Reyhan

BİR KUTU MENDİL HARCATAN 5 DRAM FİLM

Gözyaşının dram filmlerinin bir parçası olduğu gerçeği herkes tarafından bilinir. Ama, bir de öyle filmler vardır ki sizi ağlatmakla kalmaz...